29 Mart 2024


Demokrasi’de İttifak Hareketi İhtiyacı



Abdulbaki ERDOĞMUŞ

A- A+

Demokrasi etrafındaki karmaşık tanımlar, yorumlar toplumun zihnini de yeterince bulandırmaktadır. Demokrasi’nin farklı tanımlanması, eksik ve açmazlarıyla farklı yorumlanması demokrasiye olan ihtiyacı ortadan kaldırmaz. Toplumsal ihtiyaçlara göre, gelişme ve yeniliğe açık bir sistem olarak elbette farklı yorumlanmasında bir sakınca yoktur. Ancak temel ilkeleri bakımından bölgelere, ülkelere göre demokrasiyi tanımlamanın da doğru olmadığı kanaatindeyim. 

Bu bağlamda, Türkiye örneğinde olduğu gibi sandık marifetiyle dahi olsa, çoğunluğun tercihini, tek başına “milli irade” veya “millet iradesi” saymak, bir yönetim biçimi olarak değerlendirilse de, demokrasi olarak tanımlanmasını doğru bulmuyorum.

Demokrasi, ilkeleriyle vardır veya yoktur. İnsan hak ve özgürlükleri, basın-yayın-fikir-inanç-din ve vicdan hürriyeti, örgütlenme, serbest ulaşım ve mülkiyet hakkı, çeşitlilik ve çoğulculuk gibi temel ilkelerin hukuk güvencesinde olmadığı hiçbir sistemin ‘demokrasi’ olarak tanımlanmasının doğru olmadığına inanıyorum. Kuşkusuz uygulamada var olan eksiklikler, demokrasiyi ortadan kaldırmaz ancak ‘Tam demokrasi’ olarak da tanımlanamaz.

Çoğunluğun oyunu alarak, “milli irade” veya “millet iradesi” ya da “egemenlik kayıtsız, şartsız milletindir” hükmüyle egemenlik hakkını partilerde veya kişilerde görmek yanlış ve yanıltıcı bir anlayıştır. Egemenlik için çoğunluğun iradesi yeterli olmadığı gibi, halkın iradesini de sadece siyasal iktidarlar temsil etmez. Hatta demokrasinin meşruiyet kaynağı olarak sadece halk iradesini yeterli görmenin de doğru olmadığı kanaatindeyim. Güvencesi ve meşruiyet ilkesi ‘hukuk’ olmayan bir sistemin, tek başına halk iradesiyle meşruiyet kazanabileceğini nasıl düşünebiliriz? Hukuk-hak ve özgürlükler çoğunluğa, çoğunluğun iradesine, halka feda edilemeyeceğine inananlar için böyle düşünmenin sorunlu olduğu açıktır.

Benim için bir devletin meşruiyet kaynağı, milletin egemenliği değil, hukuktur. Devletin ilahi bir dini olmadığına göre, devletin dünyevi dini hukuktur, hukukun üstünlüğüdür, adalettir. Çoğunluğun tercihleriyle veya halk iradesiyle hukuk yok sayılamayacağı gibi, azınlıkta kalan kesimlerin veya bireyin hakkı da yok sayılamaz. Bu nedenle sivil siyaset, sivil toplum, çoğulculuk, hukukun üstünlüğü gibi ilkeler demokrasinin olmazsa olmazlarıdır. 

Bizim de demokrasi tasavvurumuz; hukukun üstünlüğüne dayanan, herkesi haklarıyla güvence altına alan, halkın iradesine saygılı, özgürlükçü, katılımcı, yarışmacı, çoğulcu, eşitlikçi, evrensel bir siyasal düzeni ihtiva etmelidir. Böyle bir tasavvurun, evrensellikle, ahlakla, İslam’la çeliştiğini söylemek gerçekçideğildir. Hukukun üstünlüğünü referans almak, nasıl olur da halk iradesini yok saymak demektir? Bir yönetim için adaletten daha öncelikli referans ne olabilir? Benim anladığım ve inandığım biçimiyle, adalete dayanmayan bir demokrasinin de, devletin de meşruiyeti her türlü tartışmayı ve noksanlığı da içermektedir. 

Bizim demokrasi tasavvurumuza göre, halkın tamamının oyu ile seçilmiş olsa dahi, bir lider veya siyasal bir iktidar, hakları, hukuku, adaleti ortadan kaldıramaz, hatta “halkın iradesi” diye bu ilkeleri ihlal etme hakkına/yetkisine dahi sahip olamaz.! 

Halk desteği alınınca istediğini yapma yetkisini aldıklarını düşünenler büyük bir yanılgı içerisindedirler. Bu yönde gelişen ve bizim gibi toplumlarda yaygın kanaat haline gelen bu algı, tamamıyla bir yanılgıdan ve aldatmadan ibarettir. Böyle bir anlayış sonucudur ki Türkiye, derin bir girdabın içine gömülmüştür. Peki bu zihniyeti, demokrasinin herhangi bir tanımı veya yorumuyla meşrulaştırmak, akıl tutulması değil midir? 

Demokrasi ve hukuk meşruiyeti bir tarafa, kanaatime göre Türkiye, yeniden inşa edilmek ile derin yıkım arasında bir kavşak noktasındadır. Mevcut siyaset ve totaliter yönetim anlayışıyla yıkım mukadderdir. 

İnşa için ise; başta siyaset adamlarının, aydınların, düşünür ve fikir adamlarının, akil insanların, ilim, iş ve sanat dünyasının ve duyarlı her vatandaşın ‘ortak akıl ve ortak irade’ ortaya koyarak bir tutum-duruş sergilemeleri gerekir. 

Kurulacak yeni partileri, sivil ve demokratik oluşumları önemsiyorum, gerekli de görüyorum. Ancak Yeni oluşumlardan ve kurulacak yeni partilerden çok daha önemli olanın, Demokrasi’de İttifak Hareketini inşa etmek olduğunu düşünüyorum. 

Hiç kimseyi, İktidar ve müttefikleri dâhil hiçbir kesimi düşman safına koymadan, sadece tekçi, ceberut, totaliter sisteme karşı, her kesimi kuşatacak, sivil siyaset ve çoğulculuk temelinde, hak ve özgürlüklerin güvencesi ve bağlayıcı ilkesi olarak hukukun üstünlüğünü esas alacak Demokrasi’de İttifak Hareketi’ne ihtiyacımızın olduğuna inanıyorum.

Demokrasi’de İttifak Hareketi, sağduyu/aklıselim, makuliyet siyaseti ve ortak paydalar etrafında bir araya gelmekle ancak mümkün olacaktır. Bu akıl ve sağduyu hiç kuşkusuz bu ülkede vardır. Önemli olan; pasif halden müteharrik/aksiyoner duruma geçebilmektir. Susmak değil, konuşmak, bir araya gelmek, omuz omuza ortak geleceğe yürümek zamanıdır.

Demokratik siyasetin ve Yeni Oluşum çalışmaları içinde olan herkesin Demokrasi’de İttifak Hareketi zemininde ortaklaşmasının ülkemizin önünü açacağına inanıyorum. Amaç; %50+1 ile iktidar olmak değil, hiçbir kesimin dışlanmayacağı barış ve hukuk devletini birlikti inşa etmek olmalıdır.

Suskunluğumuzu bozmalıyız, korkularımızı yenmeliyiz, alanımızı genişletmeliyiz ancak saflarımızı sıklaştırmalıyız. Hep birlikte farklılıklarımızla ve haklarımızla Türkiye’yi kucaklamalıyız.

Bunun için de öncelikle konuşması gerekenlerin artık sessizliğini bozmaları gerekmez mi? 

Sayın Ali Babacanın uzun bir süredir ‘susarak siyaset yapma’ stratejisini anlamlı ve başarılı buluyorum. Ancak hep susmanın bir zaafiyet algısı oluşturacağını da hatırlatmak isterim. Yeri geldiğinde, sözün gücü göz ardı edilmesi durumunda, suskunluğun gücü de, etkisi de kaybolur. Bu nedenle kısa, az, öz de olsa SÖZ’ün gücünü göstermek gerekir. Bana göre, SÖZ söylemenin tam zamanıdır.! Sözü olan artık susmamalı…!

 

 

Yorumlar (0)



Bu makaleye ait yorum bulunmamaktadır