24 Nisan 2024


Duygusallık bir Zayıflık mı?



Muhammet Mehdi ERDOĞMUŞ

A- A+

Yoksa içinde duygusallık denen mucize,

Çıkarlara dayanan sahte tepkilere gebesin…!

--

Esas olarak ‘’duyumların ve duyguların ağır basması, aşırı bir biçimde insanı etkilemesi durumu’’ anlamına gelen duygusallık, anlam veremediğim bir şekilde “zayıflık” olarak gösterilen bir özellik olarak karşımıza çıkmaktadır.

İnsani bir özellik olan duygusallık, gerek iş dünyasında, ticarette,  gerek ülke yönetiminde, siyaset ve bürokraside, gerekse de toplumsal ilişkilerde olmaması gereken bir özellik olarak sunulmaktadır.

İş dünyasında insan kaynakları olarak bilinen departmanların, görüşmelerde “duygusallığa yer yok” şeklindeki sözleri, insanı duygudan yoksun “makine-robot” gibi algıladıklarını veya öyle olmasını istediklerini göstermektedir.

İnsanoğlu makineleşince veya makine gibi ruhsuz olmayı seçince ancak duygusallık özelliklerinden kurtulabildiğine göre, aranan insan ve insanlık değil, sadece iş gören veya işe yarayan bir makina olarak karşılık bulmaktadır.

Çalışanlar açısından da durum pek farklı değildir. “Makina” muamelesi gören bir çalışanın, çalıştığı iş yerine veya işverenine karşı duygulardan arınması demek, oraya ait olmadığını ve bir sorumluluk/aidiyet duyması gerekmediğini düşünür ve sadece işe yaradığı veya ürettiği ölçüde var olacağını bilir.

duygusallık ile ilgili görsel sonucu

Bu durumda ilişkiler de yalnız karşılıklı çıkar-maddiyattan ibaret kalır ve insanlık boyutu yok olur. İnsan sevgisi, saygısı, acıma ve merhamet duygusu önemsenmez ve bir kıymet ifade etmez.

Oysa Muhammed İkbal “İnsanlık insanlığa hürmet etmektir” derken, insanlık özelliklerinin öne çıkarılması gereğine vurgu yapmıştır. Bu da ancak duygusallık ve empati/duygudaşlık ile mümkündür.

Duygusallığın önemini anlatan orijinal ismiyle – ‘The White Tiger’, Türkçe çevirisi ‘Beyaz Kaplan’ adıyla gösteriye sunulan bir filmden söz etmek istiyorum.

Film; zengin bir Hintli aile ile hırslı şoförünün aklını ve kurnazlığını kullanarak fakirlikten nasıl kurtulup girişimci olmayı başardığını anlatan bir romandan sinema filmine uyarlanmıştır.

Hindistan’da var olan Kast sistemini, toplumsal eşitsizliği, eğitimsizliği, adaletsizliği, yoksulluğu, rüşveti, yönetenlerin ve zenginlerin topluma/insana bakışı gibi birçok konu filmde işlenmiştir. Esas olarak filimde anlatılanlara dünyanın her bölgesinde rastlamak mümkündür.

Ancak filmde esas dikkatimi çeken; en alt sınıftan en üst sınıfa ve her alanda duygusallıktan yoksunluk örnekleri. Filmin başrol oyuncusunun, köyünün zengin bir ailesinin şoförlüğünü kapmayı kendisine hedef edinmesiyle başlar. Amaç kişisel bir gelişim olarak değil, sadece bir işe sahip olmak için şoförlüğü öğrenmektir.

Duygusallığı olmayan sadece ilerleme hedefi olan oyuncunun bu amaç içinde kendi üstündekilerini nasıl egale ettiği ve işsiz bıraktığı kişilere karşı bir empati gereği duymadığı görülür. İşi sahiplendiği için değil, işi olduğu için çok çalışması ve patronun kendisine ‘’ bana karşı neden bu kadar iyisin’’ sorusuna ‘’çünkü bu benim işim’’ demesi, duygusallıktan yoksunluğu gösteren bir durum. Filmin sonlarına doğru patronunu öldürür ve parasını çalarak zengin olur. Ve böylece duygusuzluk onu amacına ulaştırır ancak insanlıktan da çıkarır.

Filmin sonunda katil olarak aranmasına rağmen rüşvetle iş kurarak zengin olan başaktörümüz pişmanlık duymaz. ‘’Ben geceleri patronumu öldürdüm diye kabus görmüyorum. Onu öldürmedim diye kâbus görüyorum. Sabah kalkınca onu öldürdüğüm gerçeği ile yüzleşince rahatlıyorum’’ der.

Çünkü insanlık, insana karşı sorumlu olmayı gerektirir. İnsani bir özellik olan duygusallık insanı yaptığı işlere, ait olduğu topraklara, birlikte yaşadığı toplumlara karşı daha sorumlu hissettirir. Bu hissi yitirenler için aidiyet duygusu söz konusu olmaz. Biz de bu yöne doğru mu yol alıyoruz?

--

Bir makam bir koltuk biraz da para buysa tek amaç,

Duygusallık sana uzak, İnsanlık sende ne arar…!

 

Yorumlar (0)



Bu makaleye ait yorum bulunmamaktadır